Kenan Yabanigül: Çocuklarımızın Eğitimine Gereken Önemi Vermiyoruz
(Bu yazı dunyabizim.com'dan alıntıdır.)
Bir dönem büyük yankı uyandırmış ve sadece çocuklar tarafından değil, yetişkinler tarafından da çok sevilen ve ilgiyle takip edilen bant tiyatrolarının kurucu isimlerinden biri Kenan Yabanigül. Çocukların manevi eğitimi için giriştikleri bu iş nihayet bulsa da, esas amacı hiç değişmemiş: Eğitim. Eğitimin anne karnında başlayıp, ölene kadar da bitmemesi gereken bir şey olduğunu söyleyen Yabanigül ile tiyatroya, yayıncılık hayatına, eğitime ve kültür dünyamıza dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bant tiyatrolarına kadar giden serüvenden biraz bahsedelim. Tiyatro ile olan ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı?
Benim tiyatro maceram yani sahnede olduğum süre çok uzun değildir. Lise bitip üniversitenin başlayacağı zamana kadar, yani yaklaşık üç ay tiyatroda sahne aldım. Şahsi tiyatroculuğum bu kadardır. Oynadığım oyun, Abdullah Kars’ın tiyatrosu olan İbret Sahnesi’nin bir oyunuydu, ismi de “Şamil”di. İbret Sahnesi’nin de merkezi Ankara’daydı ancak devamlı turne yapılıyordu, o yüzden temsiller sadece Ankara’da yapılmıyordu.
Abdullah Kars’ın tiyatrosuna nasıl dahil oldunuz?
İbret Tiyatrosu oynayacak genç elemanlar aradığını gazetede ilan etmişti. Ben de oraya bir mektup yazmıştım. Ankara’ya davet ettiler. Abdullah Kars, fiziğime, konuşmama, diksiyonuma baktı. Talebelikte ne yaptığımı sordu, biraz sohbet ettik. Bana başlayabileceğimi söylediler, öylece başladık. 20 gün ezber yaparak geçti. Ezberledikçe de akşamları pratik yaptık. Ben Şamil’in oğlu Celaleddin’i oynuyordum. Üniversiteye başladığım için tiyatro maceram kısa sürdü. Daha sonradan tiyatro ile, yani sahneye çıkmak olarak, ilgilenmedim.
Çocuk derginizden biraz bahsedebilir misiniz?
Dergi Mayıs 85’te yayın hayatına başladı. Önceden ismi Çocuğa Selam’dı ancak çocuklar kendilerine çocuk denmesini sevmediler; biz de ismini Selam olarak değiştirdik. 9 yaşından 15 yaşına kadar olan çocuklara hitap ediyordu. Dergi üç bin abone ile başlamıştı. En yüksek yaptığımız baskı sayısını on bin diye hatırlıyorum. Dördüncü yılında da dergi kapandı. O zor yıllarda dört yıl sürdürebildik. Hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak çok zor yıllardı.
Çocuk dergisine bant tiyatrosu ekleme fikri nasıl ortaya çıktı?
O dönemler ihtilal dönemiydi. 82-83 yıllarında yayıncılık yapmak zordu. Çocuklar içinse bir yayın yoktu. O dönem genç arkadaşlarımızla birlikte İbrahim Sadri, Mehmet Burhan Genç, Ahmet Mercan, Mehmet Efe, sonradan Mevlana İdris gibi isimler bir araya geldi ve çocuklar için bir dergi çıkaralım diye bir fikir ortaya atıldı. Hem faydalı olur diye düşündük hem de bu işin altından kalkabileceğimize kanaat ettik. Birinci yılın sonunda abonelerimize bir hediye vermek istedik. Çeşitli fikirler ortaya atıldı, kitap mı olsun ne olsun diye düşünürken farklı bir şey olmasına karar verdik. Bant tiyatrosu yapmak İbrahim Sadri’nin fikriydi, Mute’yi de tiyatro olarak yazmıştı. “Bir bant tiyatrosu yapalım, çocuklara onu hediye edelim.” dedi. Bant tiyatrosunu biz satmadık, sadece abonelerimize birinci yıl armağanı olarak verdik.
Bant tiyatrolarına ilgi ne seviyede oldu?
Çok ilgi ile karşılandı. İkinci sene Hicret’i yaptık. Daha sonradan dediler ki “Bu tiyatrolar sadece çocuklara değil, hanımlara ve bizlere de faydalı. Bunları çoğaltmanız lazım.” İnsanlar gerçekten de kendileri çoğaltıyorlardı ancak o dönemin şartlarında çoğaltma yapılınca kalite düşüyordu. “Siz yapıp satın; hem kalite düşmesin hem de ekonomik sıkıntılarınız azalsın.” diye teklif ettiler. Üçüncü sene Mute’yi yaptıktan sonra kaset isteği çok arttı ve biz sadece abonelerimize hediye etmeyi bıraktık. Tövbe, Musab bin Umeyr gibi pek çok bant tiyatroları yaptık. Uzun yıllar sürdü. Bant tiyatroları zayıfladıktan sonra da ilahi ve marşlar şeklinde devam etti. Bizim piyasa marşı, ilahiyi, müziği tanımaya başladı. Biz saz çalıyoruz diye, sahabe şiirini besteletiyoruz diye koca koca dergilerde koca koca alimlerden küfür yaftaları yedik. Müslümanların dinlerini tanımamaları, gelenekten görenekten aldığı şeyleri din sayması ve yetişmemiş ama adına molla dediğimiz kişilerin araştırmadan, 600 yıl önce verilmiş fetvaları bize aktarmaları sebebiyle sıkıntılar yaşadık. Günümüzde ise durum daha farklı.
Selam dergisi ve Bant tiyatroları o dönemde büyük bir boşluğu doldurmuş.
Evet, o dönem için beklemediğimiz kadar büyük bir hizmete neden oldu. Bant tiyatroları o günkü şartlarda bizim neslimize çocuklarımızla ilgilenmemiz gerektiğini, onlara kitap almamız, onlarla özel alaka kurmamız gerektiğini hatırlattı. Dergide de o eğitimi vermeye çalıştık. Hem çocuklara hem de velilere bu konuda yol gösterdik. Dergide mektup arkadaşlığı diye bir çalışma yapmıştık. Hanım arkadaşlarımız da çok fedakarlık yaptılar. Biz her hanıma iki abonemizi mektup arkadaşı yapmıştık. Çocuklarla birebir irtibat kuruldu, dertleşildi, hatta geziler yapıldı.
Bugün hâlâ çocuklarımızla yeteri kadar ilgilenmediğimizi söylüyoruz. Çocuklarla ilgili hâlâ eğitim materyallerine gerekli önem vermiyoruz. Hâlâ eğitici bir çocuk dergimiz yok. Biz çocuk dergisi çıkardığımızda bütün cemaatler çocuk dergisi çıkardı. Koca koca tasavvuf dergileri, içinde üç sayfa beş sayfa da olsa çocuk ilavesi çıkardılar. Birlikte daha güzelini, daha iyisini yapalım diye bir gaye yoktu. Şimdi de öyle. Bir çocuk dergisi çıkarın, sattığını görürlerse hemen beş tane çocuk dergisi piyasaya sürülür, “Ben daha iyisini yapıyorum!” diyerek. Gelişeceğiz inşallah.
Eskiden kitap ve dergi tirajları şimdiye kıyasla daha yüksekmiş.
Eskiye göre okuma sayımız daha iyi ama maalesef beklendiği kadar iyi değil. Eskiye göre iyiyiz de eskide hiç yoktu. Şimdi iki olmuşsun, halbuki yirmi olman gerekiyor. Mesela bizim Selam’ı çıkardığımız dönemde Tercüman Çocuk 50 bin basıyordu. Kitaplar en az üç bin - beş bin basılıyordu. Ama sebebi o dönemki insanların daha çok okuması değil bana kalırsa. Çeşit daha azdı. Bu kadar çeşitli kitap basılmıyordu. Yazarımız da yayınevi sayımız da arttı. O yüzden şimdi kitaplar bin tane basılıyor. Ama kitap sayısı olarak kıyasladığımızda bugün kitap sayımız daha çok. Şimdi insanımız kitap okumuyor, televizyon denen bir alet de çıktı. Vaktimizi alıyor demek yetersiz kalır, adeta ömrümüzü tüketiyor. Hatta telefon ve internet çıktığından beri de yolda yürürken dahi elimizden bırakamaz olduk. Kitap okumaya rakip şeyler çıktıkça, kitap okuma oranlarının da artması çok zor. Buna rağmen eskiye nazaran daha iyiyiz. Çünkü artık kendi kendimizle değil, telefonla, televizyonla yarışıyoruz. İnsanlar artık gazete almıyor, havadisleri internetten takip ediyorlar. Hepimiz buna dahiliz.
Siz bu durumla başa çıkmak için neler yapıyorsunuz?
Benim kendime her gün bir saat kitap okuma şartım var. Bunu yerine getirmeye çalışıyorum. Bir saat de gazete okumaya gayret ediyorum. Merak ettiğim köşe yazarlarını okuyorum, gündemi ve dünyayı takip etmek adına. Böylece her gün iki saatlik okumam var. Ama maalesef günde yaklaşık bir saat de televizyona, yarım saat de telefona harcıyorum. Ancak bu kadar uzakta kalmak mümkün.
Selam dergisinden sonra yayıncılık anlamında neler yaptınız?
Selam dergisinden sonra kaset işine devam ettik. Zaman Yayıncılık diye başladık. Bir kasete başlarken “La ilahe illallah. Zaman Yayıncılık sunar” diye başlıyordu. Sonra Zaman Gazetesi kurulunca şirket olarak onu uykuya aldık. O şirket olarak yine duruyordu ama biz Azim Dağıtım’ı öne çıkarmaya başladık ve Azim Dağıtım olarak kasetçiliğe devam ettik. Kasetçilik bizi kaset fabrikası almaya kadar götürdü, ticaret bizi oraya sürükledi.
Azim Dağıtım günümüzde ne gibi işler yapıyor?
Azim Dağıtım günümüzde kitap ağırlıklı olarak işlerine devam ediyor. Uzaktan eğitim setleri hazırlıyoruz. Birebir öğrencilere yönelik olarak Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına uygun şekilde bu setler oluşturuluyor. Beşinci sınıftan on ikinci sınıfa kadar her ders için mevcut. Onun dışında dil eğitim setlerimiz var. Örneğin, İngilizce öğrenmek için birden fazla eğitim setimiz var. Anaokulu çocuğuna hitap eden de var, çeşitli meslek grupları için olanları da. Ama ben hâlâ iyi kötü çocuk yayınları yapmaya çalışıyorum. Çocuklarımıza Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatına uygun eğitim veriyoruz.
Uzaktan eğitim zaten ekonomik olarak pahalı bir iş. İnsanların da dini eğitime çok para harcamaya niyeti yok. Cemaatlerin küçük küçük kursları, anaokulları ya da merdivenaltı eğitimleri vesaire devam ediyor. Ama bu konuda dini eğitim diye ayırmadan genel bir eğitime ulaşmaya yönelmek daha doğru. Yani dini ve dünyevi diye çok ayırmamak lazım. Din hepsini kapsayan bir şey çünkü. Çocukların normal hayatları içinde dinlerini de yaşıyor ve öğreniyor olması güzel olur.
Dini ve dünyevi diye ayırmanın ne gibi sıkıntıları olabilir?
Ayırmak verimli olmuyor. Ben çok kapalı yetiştirilip hafız olduktan sonra hayata başladıklarında çok yanlış bir hale düşen insanlar biliyorum. Dünyevi tecrübeleri yoktu. O yüzden böyle yapmamak lazım. Şimdi okul kuralım. Okullarda ahlaklı insan yetiştirirsek, din zaten ahlakın güzelleştirilmesini, güzel ahlaklı insanların yetiştirilmesini sağlar.
Çocuklar için başka ne tür yayınlarınız mevcut?
Çocuklar için yaptığımız yayınlar Nakkaş Prodüksiyon adı altında yapılıyor. Mesela ‘Harika Çocuk’ diye anaokulu öğrencilerine yönelik bir setimiz var. Öğrencilerin okul hayatına da yardımcı olacak işler yapıyoruz. ‘Eğlenceli Okul’ ilköğretim öğrencilerine yardımcı kaynaklar içeriyor, ‘Dersite’ de ortaokul öğrencilerine yönelik. Çocukların karakter eğitimlerine yönelik olarak da ‘Erdemler Dizisi’ var. Orta ölçekte bu projelere devam ediyoruz. Eskiden çocuklar için dünyanın çeşitli ülkelerinden, İran’dan, Mısır’dan, Malezya’dan çizgi filmler ithal etmiştik. Nakkaş Prodüksiyon adı altında belgeseller yaptık ya da halihazırda olanları aldık. Yani dağıtım da üretim de yaptık. Bizim istediğimiz şey eğitim alanında hizmet vermekti. Piyasaya baktığımızda da eksikliklerin olduğunu gördük.
Eksiklikler çok ama yayıncılar gitgide bu alana daha fazla eğiliyorlar.
Evet, durum eskisinden çok daha iyi. Son birkaç yıldır epeyce gelişme var. Aslında bu günümüzde ticari olmaktan çok vakıfların yapması gereken bir şey. Büyük firmaların da bunu desteklemesi gerekiyor. Muhafazakar zenginlerin de bu konuda sermaye desteği sağlaması lazım. Ayrıca iyi organize olmayı öğrenmemiz lazım. Bir sermaye ayırsak bile yönetme ve idare etme kısımlarında eksiklerimiz var. İyi organize edemiyoruz. İşlerimizi genel programlar ve prensipler üzerine değil, kişiler üzerine yapıyoruz. Kişiler yoruluyor, yıpranıyor, yanılıyorlar ve işler de ona göre yürüyor. Ama iyi bir program üzerine işlerimizi yapabilsek kişiler zaten orada hizmetlerini yapar, devam eder ve yeni gelenler devam ettirir. Biz hâlâ kişiler üzerine bina ediyoruz; o yüzden de ömürleri kısa oluyor. Verimleri de kişilerin kabiliyeti kadar oluyor.
Ailelerin çocuklarının eğitimine gereken önemi verdiklerini düşünüyor musunuz?
Aileler maalesef hâlâ gereken önemi göstermiyorlar. Çocuklarının dersleri konusunda bu durum böyle değil ancak iş karakter eğitimi noktasına gelince ya da eğitici birtakım ürünler söz konusu olduğunda aynı hassasiyete sahip değiller. Mesela biz sesli elifba tableti yaptık. Alımı dolarla yapılıyor, dolar artınca da fiyatı artırmak mecburiyetinde kaldık. Ancak müdür satamayacağımızı söylüyordu. Ben de en basit bir oyuncak fiyatına olan bu elifba tabletini nasıl satamayacağımızı anlayamadım. Çünkü tablet alıyorsunuz, yanında kitabı var. Bir yığın ses, doküman, çalışma en basit bir oyuncak fiyatına. Ancak anne babalar almak istemiyormuş, pahalı buluyorlarmış. Dedim ki insanlar, yani bizler, çocuklarımızın eğitimine gereken önemi vermiyoruz.
Hâlâ Müslümanların ürettiği bir oyuncak firmamız yok. Ülkemde kaliteli eğitici oyuncak üreten bir firma yok. Mesela biz yayıncılar olarak kaliteli ve orijinal bir iş yaptığımızda hızla kötü taklitleri yapılıyor. Yeni üreten biri iş yapsın yeter ki. Onun satılıyor ve para kazandırıyor olduğunu görünce diğer firmalar da hemen taklit etmeye başlıyorlar ve kötü kopyalarını üretiyorlar. Bu durum insanları da geliştirmiyor çünkü yeni bir ürün yapmak maliyettir. Araştırma yapıyorsunuz, örnek çıkarıyorsunuz, kafa yoruyorsunuz, ücret belirliyorsunuz. Ancak diğerleri hazır olanı alıp resmini, ebatını, kalitesini değiştiriyor ve piyasaya sürüyor. Maalesef halimiz bu. Her şeyi öğreniyoruz ancak kendimiz yapmak için değil, başkasına söylemek için. Çocuklarımızı eğitmezsek geleceğimiz çok karanlık.
Son olarak vurgulamak istediğiniz noktalar var mı?
Çocuk, çocuk, eğitim, eğitim. Başka da bir şey demiyorum. Eğitim, çocukta anne karnında başlıyor diyor doktorlarımız. Ve ölene kadar da bitmemesi gereken bir şey. Bizce öğrenmek farz. Ancak ezberlemek, başkasına söylemek üzere değil, hayatımıza yansıtmak üzere. Bizzat bunun hesabını vermek üzere yapmalıyız. Tabii ki aktarmak önemli ancak bilirsek tebliğ edebiliriz. Bu konu bizim zayıf noktamız. FETÖ’cüler de bizi buradan aldattılar, eğitime önem verdiler. Kurslar açtılar, bizim de ona açlığımız vardı. Çocuklarımızı götürdük, onlara teslim ettik. Şu an boşalan yeri hızlı bir şekilde doldurmaya çalışmamız gerek. Devletin desteğiyle şu an boşalan yerleri doldurmaya çalışıyoruz. Bu konuda iktidar olmak çok önemli. İktidar olmazsanız hiçbir şey yapamazsınız. Ama esas olarak eğitimin aileden başlaması lazım. Çocuk edebiyatı ülkemizde yeni yeni gelişmeye başladı. Eğitici oyuncaklar üreten firmaların da olması lazım. Bu alanlarda giderek daha da gelişeceğimizi umut ediyorum.
Röportaj: Dilara Yabul
Alıntı Kaynağı: http://www.dunyabizim.com/soylesi/27749/kenan-yabanigul-cocuklarimizin-egitimine-gereken-onemi-vermiyoruz